Yoga, İslamiyet ve Tasavvuf
Yoga ile daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmek mümkün mü? Zihin, ruh ve beden dengesini esas alan Yoga neden bu kadar popüler? Mahariji Patanjali tarafından yazıya döküldükten sonra daha geniş kitlelere ulaşan ve günümüze kadar gelen Yoga nasıl oluyor da her kültürden ve inanıştan insanı etkisi altına alarak, bir araya toplamayı başarabiliyor?
Yoga bir din değil, bir öğreti. Ancak insanların üzerindeki etkisi azımsanmayacak ölçüde. Birlik mesajı veren Yoga, farkındalık ile yüksek hakikate ulaşılması yolunda kişiye rehberlik ediyor. Farklı ibadet şekilleri ve ruhsal rehberlere sahip dinler de aslında Yoga ile aynı amaca hizmet ediyor. Yaradan’a ulaşmak!
Belli disiplin kuralları içeren Yoga da, asanalar bedene esneklik kazandırıp, güçlendirirken; meditasyon ise zihnin kontrolünün gerçekleşmesini sağlıyor.
İslamiyet’teki ibadet şekillerini gözlemlediğimizde, namazdaki bazı hareketlerin asanalar ile benzerlik gösterdiğine tanık oluyoruz.. Örneğin; namaza başlarken ellerin göğüste kavuşturulduğu Namaskar, Rüku ile Utthasana, Secde ve Balasana, son oturuş Vajrasana.. Buradaki ortak amaç; birbirini tamamlayan duruşlarla bedene zindelik ve esneklik kazandırmak..
Öte yandan ağızdan çıkan sözcüklere dikkat etmek, hırsızlık yapmamak, israftan kaçınmak, temiz olmak, doğru beslenmek, cinsel enerjiyi kontrolsüz kullanmamak vb. sosyal ve bireysel disiplin kuralları da yine iki öğretinin ortak konuları arasında yer alıyor. Bu şekilde nefsi denetim altına alarak, kişiyi iyiye ve doğruya yönlendirmek amaçlanıyor. İslam öğretisi olan tasavvufta kullanılan zikir ile mantralar da aynı görevi görüyor. Kişi bu şekilde zihnini susturarak, madde dünyasından uzaklaşıp, özüne yaklaşıyor.
Dikkatli incelendiğinde Yoga ve İslam Tasavvufu arasında çok yakın benzerlikler olduğunu söyleyebiliriz. Mutlak kelimesi Allah’ın isim ve sıfatlarına kullanıldığında “sonsuz ve sınırsız” manasına gelir. Mesela, kudret-i mutlaka; “kudreti sonsuz ve sınırsız Allah” demek iken, ilm-i mutlaka ise Allah’ın ilminin her şeyi kuşatması anlamındadır..
Yogadaki “Her Şeyin Birliği” tasavvuftaki “Vahdet-i Vücud”; Nirvana ve En Mükemmel Yüksek Bilgi – Fena Fillah ve Beka Billah; Meditasyon – Tefekkür ve Rabıta kavramları özde birdir. Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” ve İbnu’l Farıd’ın “Ben O’yum” sözleri Raja Yoga’nın tenkit ettiği değil, tarif ettiği manadadır.
İnsanın yücelmesinde gerçeğe yaklaşıldıkça fikirlerin ve kavramların ayrılığının ortadan kalkması doğaldır. Öğretiler farklı noktalardan hareket ederek başlasalar bile gerçek birdir. İslam tasavvufunun “Allah” tan başlayarak ulaştığı sonuçlara, Raja Yoga insanı inceleyerek ulaşmıştır. Aslında bu “Her kim nefsini bilirse, Rabbini de bilir” hadisine; “Yerlerime göklerime sığamadım. Mümin kullarımın kalplerine sığdım” hadis-i şerifine ve “Bilgiyi ara, bulamazsan içinde ara” emrine uygundur.
Diğer önemli bir benzerlik Raja Yoga’nın insanı Tanrısal sevgi, Tanrısal güç, Tanrısal bilgelikle dolu ve Tanrısal alevin bir kıvılcımı olarak temel almasıdır.
YOGA ve TASAVVUF
Tasavvuf, Tanrı’nın birliğini ve evrenin oluşunu varlık birliği Vahdet-i Vücut anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akımdır. Tasavvuf, ayrıca Tanrı, evren ve insanı bir bütün içinde görme ve insanın Tanrı ile insanın başka insanlarla, insanın kendisiyle olan ilişkilerini bu bütünde arama ve açıklama yolu olarak da tanımlanır.
Tasavvuf düşüncesi; dinî kitapların verdiği bilgilerle kalmayarak, yaratılışın ve evrenin sırlarını daha geniş bir düşünceyle çözmeye çalışan bir felsefe, araştırma ve duygu akımıdır. Tasavvuf felsefesine göre, evren tek varlıktır. Bu tek varlık da Tanrı’dır. Buna “Vücud-ı mutlak” (mutlak varlık) da denir. Tasavvuf da Vahdet; birlik, teklik demektir. “Vahdet-i Vücut”, tek vücut, tek varlık anlamına gelmektedir. Tıpkı yogadaki Brahman “mutlak gerçeklik” gibi. Öyle ki Brahman’ın tabiatını mutlak varlık, mutlak bilgi ve mutlak saadet oluşturur.
İslâm tasavvufu, “Tanrı’dan başka varlık yoktur” kuralını temel alır. Bu aynı zamanda “Hüsn-i mutlak”tır (mutlak güzellik). Yaratılıştaki sırrı aramaktan doğan bu kurama göre bütün yaratılmışlar Tanrı’nın varlığını tanıtmak içindir. Gerçekte, bir varlık, bir “Vücut” vardır. O da Tanrı’dır. Bizim gördüklerimiz de Tanrı varlığının çeşitli görünüşleridir. Mutasavvıflar her şeyin Tanrı’nın bir tecellisi, bir belirtisi olduğunu anlatmak için çeşitli benzetmeler yapmışlardır. Bunlardan en yaygını ayna örneğidir. Bu benzetmeye göre Tanrı, karşılıklı konulmuş yokluk aynasından bakan bir varlık gibidir. Bu karşılıklı aynalar, ortadaki varlığın binlerce görüntüsünü verir. Ortadaki varlık aynaların önünden çekilirse, aynalar boş kalır. Vücud-i mutlak (mutlak varlık) kendi güzelliğini görmek için bir aynaya yansır gibi Adem’e (hiçlik ve yokluk) yansımıştır. Böylece, yokluğun içinde evren olarak tecellî etmiştir (görünmüştür). Bu felsefeye göre, âlemde görülen her şey, varlığın yokluk aynasındaki hayâlinden başka bir şey değildir. Bu evren, kendi kendine var olan değil, Tanrı’nın varlığından dolayı tecellî eden (var görünen) bir oluşumdur. Tanrı’nın “ol” (kün) emriyle oluşmuştur. Onun için görünme öncesi “söz” (kelâm) vardır. “Ol” emri verilip tecellî (var görünme) olmadan önce bütün varlıklar gerçekte yok, ama Tanrı’ya göre vardı. Bunlar, Tanrı’nın sonsuz bilgisinde bilinmekte idiler.
Tanrı, kendine duyduğu aşkla evreni meydana getirmiştir. Onun için aşk, Tanrı’ya has bir niteliktir. Aşk, Tanrı’nın, sırrıdır, görünen simgesidir. Onun için Tanrı’ya korku veya fayda umarak değil, sevgiyle, aşkla yaklaşılmalıdır. Tasavvuf düşüncesinin en güçlü, en etkili tarafı budur.
Tasavvuf inancında mecazî ve gerçek olmak üzere iki tur aşk vardır. Biri geçici olana yani insanlara duyulan aşk; diğeri sonsuz ve gerçek olana, yani Tanrı’ya duyulan aşktır.
“Bhakti Yoga”da bu anlamda tasavvuf öğretisiyle benzerlik gösterir. Bhakti Yoga esasen bir adanma yogasıdır. En eski yogalardan biridir ve kutsal Hindu metinleri olan Veda’larda kökleri bulunabilir.
Hinduizm’de Bhakti Yoga Tanrı’ya adanma ve tapınmaya vurgu yapar. Tanrı’yla kişisel olarak temas içinde olmanın yollarından biri olarak kabul edilir. ‘Bhakti” kelimesinin kökeni olan “Bhak” Tanrı’ya bağlı olmak anlamına gelir. Bhakti Yoga, yoganın altı ana dalından biridir ve Tanrı ya da tanrısal olana tam bağlılık ya da aşkın sevgi yolunu temsil eder. Bhakti yoga uygulayıcısı Tanrı’yı her insanda mevcut olan bir varlık olarak görür. Bhakti yoga Hindu kültürü içinde ortaya çıkmış olsa da Batılı dinlerin üyeleri tarafından da uygulanabilir çünkü bir Yüce Birey olarak gördüğü Tanrı’ya yönelen inananın zihnine ve kalbine odaklanır. Batılılar için en tanıdık yoga şekli olan hatha yoganın aksine, bhakti yoga nefes modelleri veya asanalara (fiziksel duruşlar) değil, bunlar yerine ibadet, bağlılık ve hizmet etme eylemlerine büyük önem verir.
Bhakti Yoga’da uygulanan aşkın ve adanmanın düzeyi bu yolu duygusal olarak coşkun insanlara daha uygun hale getirmektedir. Kişinin Tanrı’sına yaklaşması için dokuz geleneksel yol vardır. Hindu kutsal metinleri dokuz bhakti yoga türünden bahseder:
- Sravana: Sravana Tanrı’nın erdemleri ve kudretli eylemleri hakkında şiirler ya da hikayeler dinlemek anlamına gelen Sanskritçe bir terimdir. Ancak Sravana bhakti, yalnız olarak uygulanamaz; adanmışlar hikayeleri bilge bir öğretmenden dinlemeli ve kutsal insanlarla dostluk kurmaya çalışmalıdır.
- Kirtana: Kirtana Tanrı’yı öven şarkı ya da ilahiler söylemeyi ifade eder. Ram Dass bu bhakti türü için şunları söylemiştir: ”Tanrı’ya aşk duyduğunuzda, O’nun adı bile büyük bir mutluluk verir.”
- Smarana: Smarana her an Tanrı’yı anımsamak ya da kişinin Tanrı’yı bilincinde en ön sırada tutmasıdır. Smarana, Fransız keşiş Brother Lawrence’ın (1605-1691) “Tanrı’nın varlığını tecrübe etmek” sözüyle kastettiği şey olarak ifade edilebilir.
- Padasevana: Bhakti yoganın bu türü, diğer insanlara ve özellikle de hastalara hizmet aracılığıyla Tanrı’ya karşı duyulan sevgiyi ifade eder.
- Archana: Archana ikonlar ya da dini resimler gibi dışsal imgeler veya içsel görselleştirmeler yoluyla Tanrı’ya ibadet etmek anlamına gelmektedir. Archana’nın amacı, kalbi Tanrı sevgisi ile arındırmaktır.
- Vandana: Vandana dua ve secde etmek (yüz yere doğru, kollar uzanmış şekilde yere kapanma) anlamına gelir. Bhakti yoganın bu türü, insanın sadece kendisiyle ilgilenmesini ve ben-merkezciliğini zapt etmek için tasarlanmıştır.
- Dasya: Dasya bhakti ile adanmış kişi hasta ve yoksullara bakarak, kutsal binalar veya yerleri temizlemeye ya da onarmaya yardım ederek, Tanrı’nın emirlerini ileterek ve Tanrı’nın sözleri üzerine meditasyon yaparak (derin düşünerek) kendisini Tanrı’nın kulu ya da hizmetkarı olarak görür.
- Saka-Bhava: Bhakti yoganın bu türü, Tanrı’ya dostluk ve sevgi büyütmektir. Tanrı’yı ailenin bir üyesi veya yakın bir dost gibi sevmek ve Tanrı’nın dostluğundan mutluluk duymaktır.
- Atma-Nivedana: Atma-nivedana kendini tam olarak Tanrı’ya adama ve O’na teslim olmadır. Ancak diğer bazı yoga türlerinin aksine, bhakti yoga adanmış kişinin tanrısal olanla birleşerek kendi kişisel kimliğini tamamen kaybetmesini öğretmez. Kişi spiritüel düzeyde en üst seviyeye ulaşmış olsa bile, Tanrı’nın ona ibadet eden insandan kat be kat yüce ve büyük olduğu kabul edilir.
Bhakti yoganın dokuz türü bir hiyerarşi olarak görülmez, yani bunlardan bazıları insanları Tanrı’ya yönlendirmede diğerlerinden daha üstün değildir. Hintli bir Bhakti yoga öğretmeni şöyle söylemiştir: “Adanmış bir kişi en yüksek düzeye ulaşmak için bu yollardan herhangi birini seçebilir. Bhakti yolu tüm yoga türlerinin en kolayıdır ve insan eğilimlerinin doğasına çok aykırı değildir. Bu yol kişiyi yavaş ve kademeli olarak, insani içgüdülerine ket vurmadan Yüce olana götürür.”
MANTRA VE ZİKİR
Mantra, genellikle Sanskritçe olan dini hece veya şiirdir. Kullanımı mantra ile ilişkili ve okul ve felsefesine göre değişiklik gösterir. Esasen ruhani kanallar olarak kullanılırlar, kelimeler ve oluşan titreşimlerden faydalanarak kişinin daha yüksek bir bilince ulaşmasını amaçlar. Diğer amaçları, dini törenlerde bolluğa sahip olmak, tehlikeden uzak olmak veya düşmanları elemek içindir. Mantralar Hindistan’da Vedic Hinduizmi ile çıkmıştır ve daha sonra Budistler, Sikhler ve Jainler tarafından benimsenmiştir.
Sanskritçe mantra- kelimesi “man “düşünmek” (ayrıca manas “akıl”) ve araç anlamındaki -tra sonekinden oluşur, sözcüğü sözcüğüne çevirisi “fikir aracı” olur. Aklı hayallerden ve maddi isteklerden serbest bırakmayı amaçlar. Mantra nağmelerle tekrar edilir.
Araştırmacılar mantraların MÖ 1000’li yıllardan daha eski olduğunu kabul etmektedirler. Araştırmacı Frits Staal’e göre mantralar MÖ 1000-MÖ 500 arasında -Orta Vedik dönem- sanat ile bilimin karışımı sonucu geliştirilmiştir.
Yoga da mantralar (dhyana) meditasyon sürecine yardımcı olarak kullanılır. Orta Vedik döneme kadar mantralar Rig Veda, Samaveda, Yajurveda gibi Vedalar’da geçen kısa veya uzun ifadelerden oluşmaktaydı. Epik dönemde ise mantralar Yoganın farklı okullarında farklı ihtiyaçları karşılamak üzere çeşitlenmiştir. Bijas denilen ve her biri bir Tanrı ile ilişkili olan mantralar Tantrik okullarda merkezi bir konuma geçmiştir.
Mantra Japa
Aynı mantranın belirli sayıda tekrarıyla oluşan pratiktir. Bir mala yani hint tespihlerinde tane sayısı 108 olduğundan çoğunlukla 108 kez tekrar edilmekle birlikte zaman yokluğundan veya daha yoğun, belirli bir etki oluşturabilmek adına 125 bin gibi tekrar rakamları bulunur. Zaman kısa olduğunda mantralar 1,3, 5, 10,28 gibi rakamlarla da tekrar edilebilmektedir. Mantra uygulamasında mala’nın Türkçede ‘İmame’ Sanskritçe’de ‘Meru’ denilen bitiş yerine gelindiğinde durulur ve Meru aşılmadan tekrar gerisin geriye mantra tekrarı yapılır. 108’lik tespih ya da mala çekiminde işaret parmağı kullanılmaz, baş ve orta parmaklar tespihin çekilmesinde kullanılan parmaklardır.
Tasavvufta mantranın karşılığı zikirdir. Zikir “bir şeyi ezberleyip korumak, hatırlamak, şan, şeref, öğüt, namaz, duâ, İlâhî kitaplar ve övme” anlamına geldiği gibi, “unutulanı hatırlamak, unutmamak için sürekli anmak” anlamına da gelmektedir (İbn Manzur, 1955: 308; Ragıb, 1324: 179). Tasavvuf ıstılahında ise, Allah’ı belirli kelimeler veya cümlelerle anmak, O’nun kâinattaki bin bir tecellisini görüp, onu tesbîh etmektir (Ateş, 1966: 295; Kelâbâzî, 1992: 154). Kur’an-ı Kerim’de Zikir kelimesi müştaklarıyla birlikte 200’ün üzerinde yerde geçmektedir (Abdülbaki, 1990: 271- 275). Zikir, maddî olarak da, insanın sosyal oluşumu üzerinde de önemli tesiri olan farklı bir taattır. Bu ibâdet, yeniden bir manevi oluş ve yepyeni bir hayata başlamaktır. Çünkü zikirde ilk merhale beşerî “benlik” i unutmak; yalnızca her varlıkta, nesnede, eşyada ilâhî tezâhür ve tecellisi bulunan Yaratıcıyı daima, yani her ân ve mekânda bütün benliğiyle “Mutlak Varlık”ı düşünmek, O’nun sıfatlarının tecellisine mazhar olmaktır. Zikir devam ettikçe sâlik bu seyirde ken- Tasavvufi Düşüncede Zikir ve Zikrin Benlik İnşâsına Etkisi 265 dini yalnız Allah ile beraber hisseder. Bu durum beşerî hataların ve günahların terk edildiği, kişinin bütün duyularının ilâhî aşk ile dolduğu durumdur. Mürîd o dereceye gelmiştir ki, artık tüm davranışlarının müşahede edildiği hissinden de kurtulmuştur. Kendi zikrinde yok olarak öyle bir hâl kazanmıştır ki, nefse (benlik) bir daha geri dönmez. Bu durum geleneksel benlikten evrensel benliğe geçiştir (Arasteh, 2000: 85). O, Allah’ın tecellisiyle sosyal bir varlık olmaktan öteye evrensel bir vasıf kazanmıştır. Artık bütün insanları sevgi ve aşk ile kucaklayan, üstün karakter sahibi bir kişi olmuştur.
İYİLİK VE KÖTÜLÜK KAVRAMI
Varlık, güzellik ve iyilik Tanrı’nın özellikleridir. Yokluk, çirkinlik ve kötülük ise Tanrı’nın özelliğinin bilinmesine yardımcı olan niteliklerdir. Çünkü yokluk olmazsa varlık, çirkinlik olmazsa güzellik, kötülük olmazsa iyilik bilinmez. Yogada bu anlamda tasavvuf felsefesiyle aynı görüşü savunur ve iyi-kötü kavramlarına yer vermez. Çünkü her iyiliğin içinde bir kötülük her kötülüğün içinde bir iyilik arar. Kısaca; insanda bu niteliklerin hepsi vardır. İnsan, kendisindeki yokluğu, çirkinliği, kötülüğü yenmeli ve kaldırmalıdır. O zaman yalnız varlık, güzellik, iyilik kalacaktır. Bu Tanrı’nın özelliğine varmak, Tanrı’nın varlığına katılmaktır.
İnsan, Tanrı aşkını mecazî aşkında dener ve geliştirir. Çünkü insan, Tanrı’ya en yakın, seçkin bir varlıktır. İnsan beden (ten) ve öz (ruh) denen iki unsurdan oluşmuştur. Beden ölümlü olan, toprak, hava, ateş, su gibi dört unsurdan meydana gelen ve yok olacak geçici varlıktır. (Yogada Sthula Sharira, Fizik Bedeni) Öz (ruh) ise ( Yogada Karina Sharira- Ruh Beden) ölümsüzdür ve Tanrı’nın bütün niteliklerini taşımaktadır. Tanrı’dan gelen insan yine Tanrı’ya dönecektir. Ancak bu dönüş bazı aşamalardan geçmekle olur. Bunun için gönül bilgisi edinmek, olgunlaşmak ve aydınlanmak gerekir.
Bilgi, insanın gönlünde Tanrı’nın bir “nûr” (ışık) olarak belirmesidir. Olgunlaşma, insanın geçici varlıklardan kendini sıyırıp, kalıcı özlere yönelmeyi başarmasıdır. Buna, insanın Tanrı’ya varan yol üzerinde ilerlemesi de denir. Bu ilerleme bir yükseliştir. Az olgunluktan, olgunluğa, en olguna, bir başka deyişle Tanrı’ya ulaşma demektir. Yükseliş iki türlüdür. Biri kendini bütün geçici varlıklardan sıyırmakla, içine kapanarak, dünyadan el etek çekmekle, kendini derin düşüncelere vermekle olur. (Yoga da İnziva) İkincisi, bilgi edinmekledir. İnsan için bilgi, doğru yola, Tanrı’ya, ölümsüz olana, aydınlanmaya (nûr’a) varmayı sağlayan bir yol göstericidir. (Jana Yoga- Bilgi Yogası)
Janana Yoga 4 Yoga yolundan biridir. Bilgi, bilgelik, iç gözlem ve tefekkürün yoludur. Sistematik bir çalışma ile varlığımızın doğasının derin araştırılmasını ve sahte kimliklerimizi bir kenara koymayı kapsar.
Kutsal kitaplar Veda’ların son bölümü olan Upanşhad’larda geçen Vedanta filozofisi üzerine bilgelik kazanmak Jnana Yoganın gereğidir. “Veda” bilgi, “Anta” son demektir.
Vedanta filozofisinin güzelliği, entellektüel kavramı ve katkısız felsefeyi aşması, bilgiyi bilgeliğe dönüştürerek bir hayat deneyimi haline getirmesidir. Kişi, zihin gücünü kullanarak gerçeği gerçek olmayandan, kalıcı olanı geçici olandan ayırma üzerine çalışır.
Jnana Yoga en zorlu Yoga yoludur. Güçlü bir arzu ve zihin gücü gerektirir.
İnsan Tanrı’ya yükselirken birçok manevî basamaklardan geçer. (Raja Yoga’nın 8 basamağı) Bir yükseliş niteliği taşıyan bu “geçiş” evrenin değişik katlarını aşmak anlamına gelir. Son kat aydınlanmaya (nûr’a) varır. (8. ve Yoga’nın son basamağı Samadhi) İnsan bu aydınlanmayı özünde yansıtır.
Yoga’nın sekiz katlı yolundaki son basamak Samadhi’ye ulaşmaktır. Samadhi birleşmek, kaynaşmak anlamına gelir. Samadhi halinde, beden ve algılar kişi uykudayken olduğu gibi hareketsizdir, ancak zihin ve akıl uyanıkken olduğu gibi tetiktedir, kişi bilincin ötesine geçmiştir.
Samadhi esnasında, farklılıklar olmaksızın özdeş olmanın ne demek olduğunun ve özgürleşmiş bir ruhun bu saf özdeşliğin saf farkındalığının keyfini nasıl çıkarabileceğinin farkına varırız. Bilinçli zihin, başlangıçta içinden doğmuş olduğu bilinçsiz kayıtsızlığa geri döner.
Samadhi bu nedenle birleşme veya gerçek Yoga olarak anılır. Bu, gerçekliğe dair yanıltıcı algılarımız olan “ben” ve “benim” tarafından yaratılan ayrı olma halinin sona ermesidir. Zihin ‘benlik’ ve ‘benlik-olmayanı’ veya tefekkür nesnesi ile tefekkür sürecini birbirinden ayırt etmez. Zihin ve zekâ dingindir; sadece bilinç, hakikat ve tarifsiz hazzın deneyimi vardır.
Samadhi’ye ulaşmak zor bir görevdir. Bu nedenle Yoga Sutra Dharana’ya hazırlanmak için asanalar ve pranayama uygulamalarının yapılmasını önerir, çünkü bunlar zihinsel faaliyeti etkiler ve zihnin kalabalık, yoğun programında boşluk yaratır. Ancak Dharana ortaya çıktıktan sonra bunu Dhyana ve Samadhi izleyebilir.
Tasavvuf inancında, insanın nefsini yenerek yani benliğini öldürerek, mutlak varlığa “fenafillâh” katına ulaşmak denir. Bu, insanın kendini yokluk unsurundan kurtararak içindeki Tanrı’yı bulmasıdır. İçindeki Tanrı’yı bulan insan “Enel-Hak” (Ben Tanrı’yım) der. Bu aşamaya varan insanlara tasavvuf düşüncesinde insan-ı kâmil ( olgun insan ), halk arasında “ermiş” denir. (Yogada Buda) Kendini Tanrı’nın varlığına karışmış duyan “ermiş” insana göre evrende artık ikilik yoktur, her şey “bir” dir. Bu kata ulaşmak ancak öldükten sonra olabilir. Ne var ki, gerçek aşkın son derecesine varıp, nefsinde ve her şeyde yalnız Tanrı’yı görebilecek duruma gelenler, bu aşamaya yaşarken de yükselebilirler.
Tasavvuf öğretisinin başta gelen isimlerinden Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, tasavvuf görüşüyle tarikat anlayışını birleştirmiş ve düşünceyi eylemle bütünleştirerek Mevlevilik Tarikatı’nın temellerini atmıştır. XII. yüzyıl ortalarına kadar süren ve yavaş gelişen tekkeler, onlara bağlı kuruluşlar, bu yüzyılın ortalarından sonra hızla gelişmeye başlamış ve Anadolu’da Hacı Bektaşi Veli, Bektaşi Tarikatı’nın kurucusu olmuştur. Tasavvuf, genellikle, Mevlevilik, Bektaşilik gibi ana tarikatlarla Anadolu’da hızla yayılmış ve dört yüz kadar tarikat meydana gelmiştir. Böylece tasavvuf bir tekke öğretisi niteliğini kazanmıştır. Tıpkı yogadaki Aşramlar gibi.
Aşramlar; guruların rehberliğinde, adanmışlık, teslimiyet ve özverili eylemlerle saflaşmanın, öğrenmenin, yüksek bilgiye ulaşmanın yeridir.
Tasavvuf öğretisinde bilgi, ruhsal rehberden öğrenciye aktarılır. Tıpkı guru ile öğrenci ilişkisi gibi (usta-çırak)
Tasavvuf felsefesinde insana verilen önemi anlamak için Devir Kuramı’ndan da söz etmek gerekir. Burada “devir”, devremek, dönmek anlamına geliyor. Bu “Dönüş Kuramı“na göre, varlıklar Alem-î Gayb’dan Alem-î Şühud’a indiklerinde, yani yokluk dünyasından varlık dünyasına indiklerinde, önce cansız varlık, sonra bitki, sonra hayvan, sonra da insan biçiminde görünürler. Varlık insan mertebesine yükselince, gerçeği bilmek, aslına kavuşmak özlemi duyar, derece derece yükselerek (Yoga da Reenkarnasyon) İnsan-ı Kâmil olur, Tanrı’ya, yani aslına kavuşur.
Yoga, bireyde gizli kalmış potansiyellerin geliştirilmesiyle öz- mükemmeliyete doğru olan yöntemsel çabadır. Bu limitlemelerin ve kusurların yok edilerek, süper insan ırkına ulaşılmasıyla sonuçlanan bir süreçtir.
Alem-i Gayb’dan Alem-i Şuhud’a inmeye Seyr-i Nüzul denir. Cansız varlıktan yükselip Tanrı’ya ulaşmak ise Seyr-i Uruç‘tur. Bu iniş çıkışa, Tanrı’dan inip Tanrı’ya yükselmeye de Devir denir.
Görüldüğü gibi insan Tasavvuf felsefesinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Tanrı en çok insanda belirmiş, onda yoğunlaşmıştır. İnsan evrenin gözbebeği, en değerli varlığıdır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlar aynı değeri taşır. Din, mezhep, ırk, renk, yoksul, zengin ayrımı yoktur. Yalnızca Tanrı yolundaki derecelerine göre daha değerli sayılan, daha yüksek mertebelere çıkmış insanların üstünlüğü vardır.
Tasavvuf felsefesine göre, insan kişisel çabalarıyla geçici niteliklerden arınıp Tanrı’ya ulaşamaz, bir yol göstericiye, bir Mürşid-i Kâmil‘e bağlanması gerekir. Yani bir tarikata girecek, sıkı kurallara uyacaktır. Tarikata girmenin töreni vardır. Kurallara uymayanlar “düşkünlük” cezasına çarptırılır, bir süre aforoz edilirler.
Her tarikatta insanlara Tanrı’ya ulaşmanın yollarını gösteren şeyhler vardır. Şeyh İnsan-ı Kâmil, Mürşid-i Kâmil’dir. Bir tekke kurar, kendine bağlananlara Tanrı’ya giden yolu gösterir, gezici dervişleriyle öğretisini yaymaya çalışır.
İNZİVA ve HALVET
Köşeye çekilmek, insanlardan uzaklaşmak.
Inzivanın uzlet ve halvetle de mana birliği ve amaç bütünlüğü vardır. Son iki kelime, dünyadan bir müddet el-etek çekme anlamındadır.
Bilineceği üzere insan, maddi alemle ilâhî âlem arasında bir köprü durumundadır. Onun iki önemli öğesinden biri olan bedeni, madde alemine; ruhu ise nefha-i ilâhi olduğundan mana alemine aittir (es-Secde, 32/7-9). Bu nedenle insan, her iki alemle de münasebet içinde olma imkanına sahiptir.
İnsanın maddî ve manevî bakımdan mutluluğu, iyi bir kul olabilmesi, maddesi ile manâsı arasındaki dengeyi kurabilmesine bağlıdır. (Yoga; zihin, beden, ruh dengesi) Bu, aynı zamanda bedeni ile ruhu, dünyası ile ahireti arasındaki denge demektir. Bedenle ruh, madde ile mana, dünya ile ahiret arasındaki dengeyi sağlayabilmek için, İslâm dininde birçok esaslar vardır.
Konumuz olan inziva, tasavvufun önemli esaslarından olan zühdün içinde yer almaktadır. Zühd; birşeye rağbet etmemek, terketmek ve yüz çevirmek manalarına gelir.
Zâhid ve mutasavvıfların en belirgin özelliklerinden biri yalnız yaşamayı tercih etmeleri ve Hak’la olmak için halktan ayrı kalmaya önem vermeleridir. Başlangıçta, toplum hayatını terk edip evinin bir köşesinde inzivaya çekilen veya ıssız yerlerde yaşamayı tercih eden zâhidler daha sonraki dönemlerde de bu âdetlerini sürdürmüşler, bazı mutasavvıflar ve tarikat mensupları bu yolda onları takip ederek halveti tasavvufî hayatın bir unsuru haline getirmişlerdir.
Yogada ise inzivanın gerçekleştiği yerler aşramlardır. Bilgeler orman içinde ya da dağda, dünyanın telaşından uzak, huzur içinde yaşarlar. Bu yerler inzivaya çekilmek için kullanıldığı kadar eğitim için de kullanılır. Dolayısıyla aynı sözcük guru ve öğrencilerinin yaşadığı ve ustalarının öğretilerini izledikleri yerler için de kullanılır. Ancak bu durumda genellikle gurukula adı kullanılır. Bu kelime, üstât anlamına gelen guru ile gurunun biyolojik ailesi ve öğrenci grubunu kapsayacak biçimde aile anlamına gelen kula kelimelerinden oluşur.
Derya GÜNTAŞ
Kaynaklar :
TDV İslâm Ansiklopedisi
Alper Bayraktar: YOGA
Vahit Göktaş, Dr. Ali Tenik: ZİKİR
Wikipedia: MANTRA- AŞRAM ve İNZİVA
Dünyalite
Geri bildirim: Yoga ve Bilim