Konfor Alanından Nasıl Çıkılır?
Konfor alanı….Çoğumuz yaşamımızı bir kalıbın üzerine oturtmuşuz öyle değil mi? Bu kalıbın en ufak bir sarsıntıyı bile hissettirmemesini istemişiz. Çünkü sarsılırsak yıkılabiliriz, hatta yok olabiliriz. Böyle böyle sınırlar çizmişiz kendimize, yaşamımıza, ruhumuza.

Şöyle durup bir baksak hayata. Hayatın neresinde olduğumuza, nerede durduğumuza. Bir baksak olmak istediğimiz ben’le, olan ben arasındaki farka. Bakmakla kalmasak, görsek çoğu şeyi, farkına vardığımız öyle çok şey olur ki!
Fırtınalı bir günde ağaçları izledin mi hiç? Fırtınalı havayla aralarındaki bağa tanık oldun mu? Rüzgar, tüm kuvvetiyle eserken, ağaçların karşı koymadan rüzgarın estiği yöne doğru eğildiklerini fark ettin mi? Ağaçların fırtınadan dolayı devrildikleri haberleri yapıldı ama fırtınaya rağmen devrilmeyen ağaç yok muydu? Vardı elbette ama bir değeri yoktu kimsenin gözünde ta ki birileri çıkıp bu değerden söz edene kadar.
Biz hep fırtına da devrilmeyen ağaç olmak istedik. Devrilmekten sürekli korktuk çünkü bu ihtimalle büyütüldük. Kimse bize fırtınada devrilmeyen esnek ağaç olabileceğimizden bahsetmemişti oysa. Ben keşfedene kadar. Sen de farkında değildin ta ki ben yazana kadar. Ben de bilmiyordum, gözlemlemeye başlayana kadar. İşte şimdi de sana yazıyorum odamın bir köşesinden, derin duygularla. Esnek bir ağaç olabileceğimizden bahsetmek istiyorum sana. “Benim yaşamımla, bir ağacın yaşamı arasında nasıl bağ var Eskii, nasıl esnek olabilirim ki?” diyor olabilirsin. Ee, bende şu sırrı açık edeyim sana: “Bu yaşama kök salan bir ağaç gibiyiz biz. Elbet bir gün devrileceğiz ama ilk fırtına da değil. İlk fırtınada kök salmaya devam edeceğiz. Her sarsıntıda kök salmaya devam edeceğiz. Köklerimiz yaşamla bağımız. Yaşam amacımızı yerine getirene dek köklerimizle bağlı kalmaya devam edeceğiz.
Hiçbir ağaç yok ki dışarıdan karmaşık görünen kökleri olmasın. O kökler yaşama uzanan ellerdir, ayaklardır, bağlardır. O kökler yaşamın sonsuz olasılıklarıdır. O kökler toprakla yaşam arasındaki temastır. Peki ya bizim köklerimiz? Köklerimizle ne kadar bağlıyız yaşama? Nasıl bir temasla el eleyiz bu kargaşada? Ne kadar tek düze yaşıyoruz ya da ne kadar coşkuluyuz? Hangi sınırları güvenli alan edindik kendimize? Hangi engellere, “Güvenli yol bu, burada dur hadi!” dedik. Ne zaman engellere güvenmeyi öğrendik? Engeller aşılması güç de olsa inançla, çalışarak aşılacak zorluklar değil miydi yoksa? Diğer ihtimalleri düşünmeden, nasıl sonsuz olasılıkları göz ardı ettik. “Sadece yenilmek mi, yenmek de var, hadi devam et!” demek varken neden durmakla yetindik. Ne ara bu kadar tembelleştik ve yaşamla teması kaybettik? Hangi ara o alana girdik ve bir daha neden çıkmak dahi istemedik?
Bilmiyorum. Bu soruların sendeki cevaplarını bilmiyorum ama o alanın ne olduğunu biliyorum. Bu alan bizim ‘konfor alanı’mız. Tüm yaşamımız… Sahte, güçten ve güvenden yoksun, korkan alanımız. Çalışmayan ama çalışır gibi görünen alanımız. Makineleştiğimiz alanımız. En rahat, en tehlikesiz, en güvenli sandığımız alanımız. Tüm ilhamı yitirmiş, sınırlarını belirlemiş, kuralcı, abarta abarta uyutan, abarta abarta yediren kaçış noktamız.
Spor yapmaya karar veren yanımıza kahkahalarla gülen, “Tabii ki öyle bir şey olmayacak, spor yapmak mı? Bu çok yorucu.” diyen, dengeli beslenme kararına; “Aaa! Hayır hayır, şöyle güzel bir patates kızartması yemeden nasıl olacak, kendine gel. Böyle kararlar almaktan vazgeç.” diyen yanımız. Çünkü uzun zamandan beri böyle alışmış. Yeni bir şeyi kabul etmesi, zorlayıcı olacaktır.
Konfor alanının da kendine ait bir konforu vardır. Onu zorlayacak olanı neden kabul etsin ki? Reddeder, bu daha basittir. Konfor alanı basit olanı seçer. Neye alıştıysa basit odur. Saat beşte kalkmaya alışmışsa; beşte kalkmak ona zor gelmez ama “Haydi gel, güzelce bir esneyelim.” dersen, ”Otur ya, yeni kalktık” der. Anlaşmazlığın derya deniz olduğu bir ilişkide kavga etmek, ayrılmaktan daha kolaydır. Konfor alanı ayrılığı, onun yaratacağı boşluğu kabul etmez, zor gelir çünkü bağ, bağımlılığa dönmüştür. Bağımlılık, konfor alanının en sevdiği durumdur fakat hiçbir bağımlılık güvenli değildir. Güvenli ‘gibi’ gelebilir, yanıltmasına izin verme.

O güven gibi görünen; yazımın başında yazdığım kalıplarımızdır. En ufak bir sarsıntıdan, bizi koruyacak sandığımız kalıplar. Korkularımızdan korunmanın yolu bir konfor alanı edinmektir. Bu alana, bizi koruyacak, belli başlı birkaç alışkanlığı doldurur, kırmızı bir çizgi çizer ve içinde yaşamaya başlarız. Kırmızı çizginin dışına, yalnızca korkularımızı bıraktığımızı sanırız. Oysa biz o çizginin ardına yaşamı bırakır, bir kabuğun altına saklanırız. Tüm olasılıkları, sadece devrilmemek için dışarıda bırakırız. Tek düze yaşamaya başlamışızdır.
Korkularımızla yüzleşmek zorunda kalmamayı, coşkuya tercih ederiz. Oysa korkularımızla yüzleşebilme ihtimalini göze alabilsek, -ki sadece bir ihtimal, belki de yüzleşmek zorunda kalmayacağız, kalsak da en fazla korkumuzu yeneriz. Coşku dolu bir yaşama da kapıları aralamış olacağız. Küçücük bir sarsıntı hissetmemek için sonsuz olasılıkları yok saymaya hazırız. Halbuki yaşam, kendi içinde öylesine kendisini barındırıyor ki, bunu bilmek bile o kabuğun altından başımızı çıkarmamıza yetecek bir neden.
Fırtınada devrilmeyen esnek ağaç olmak, madem sonsuz olasılıkların içinde, o halde bu tek olasılık bile konfor alanından çıkmaya değer. Çık o alandan. İncelt sınırlarını, kırmızı çizgilerini yaşama karşı kullanmayı bırak. Yaşam sen ona ne verirsen onu büyütür, besler, verir kucağına. Onun senin korkularınla bir işi yok. Yaşamın sana sevgiyle temas etmeyi istemekten başka bir isteği yok.
Korkularına nefes aldır.
Kendine kırmaz-kırılmaz, içine sevgiyi, aşkı, şefkati dolduracağın, yeniyi sarıp sarmalayacak ve seni dönüştürecek yeni bir alan açmaya hazırsın.
Eski Kafaa
Dünyalite