Yeni Dünya Düzenindeki Belirsizlik ve Kararsızlık
Sanırım insanı en çok yıpratan iki şey bunlar. En kötü karar kararsızlıktan iyidir derler. İyi de fikir sahibi olmak için de bilgi sahibi olması gerektiği de öğütlenmişti bize. Zihnimiz belirsizliği sevmiyor. O nedenle de hemen bir senaryo ile durumu anlamlandırmaya çalışıyor. Peki, bunu nasıl yapıyor. Hâlihazırdaki bilgilerini kullanarak elbette.

Eğer siz hayata din penceresinden bakan biri iseniz; “İşte gördünüz mü, korona virüsü Allah’ın büyüklüğünü gösteriyor” diyorsunuz.
Eğer siz hayata sol görüşlü bir pencereden bakıyorsanız; “İşte gördünüz mü, korona virüsü kapitalizmi bitiriyor” diyorsunuz.
Eğer siz hayata bilim temelinde bakıyorsanız; İşte gördünüz mü, korona virüsü dinin, hocaların değil, bilimin önemini gösteriyor” diyorsunuz.
Eğer siz hayata bir kişisel gelişim penceresinden bakıyorsanız; “”İşte gördünüz mü, korona virüsü kendimizi keşfetmemiz için bir fırsat sunuyor” diyorsunuz.
Eğer siz hayata bir fütürist penceresinden bakıyorsanız; “”İşte gördünüz mü, korona virüsü ile sistemi yeniden dizayn edip bizi dijital yaşama hazırlıyorlar” diyorsunuz.
Örnekler çoğaltılabilir ama hiçbirimiz kesin budur diyemiyoruz. Çünkü hepsi tahmin bazıları da doğru olabilir, hepsi de doğru olabilir veya bunların dışında başka sebep ve sonuçlar da olabilir. Zihinlerimiz ise bu belirsizlikten ne karar alacağını bilemiyor. Ben hiçbir şey yapmadan duramam diyenler için zor bir süreç. Günübirlik yevmiye ile çalışanlar için de öyle. Şu an olay çok taze olduğu için sadece spekülasyon yapılabilir. Biyolojik savaş mı, doğal bir olay mı veya tam olarak kaynağı nedir ne değildir zamanla olay netleşecektir diye düşünüyorum. Ancak biz bu karantinadan neler öğreniyoruz diye bakmak daha mantıklı olacaktır.
Şimdi ilk bakış açısına bakalım.
Evet, Allah’ın büyüklüğünü, ölümü ve bizim çaresizliğimizi hatırlatıyor. Hatta din anlayışımızı ve ritüellerimizi bile gözden geçirmemiz gerekiyor. Cuma namazları ertelendi ve Kabe bile geçici olarak kapandı ise bizim Allah’ın büyüklüğünü artık dışarıda değil içeride arama vaktimiz gelmiştir kim bilir. Her ne arar ise kendinde ara Kudüs’te, Mekke’de Hacda değil diyen Hacı Bektaş Veli’nin ne demek istediğini belki şimdi daha çok düşünmemiz gerekiyor.
Acaba Cuma Süresi 9. Ayette geçen ifadeyi tam anladık mı ya da bunun için tefekkür ettik mi veya mütefekkirlerin görüşlerini dinledik mi? “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû iżâ nûdiye lissalâti min yevmi-lcumu’ati” derken biz sadece “Ey iman edenler! Cuma namazına çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin” diye mi anladık? Bir de şöyle yorumunu dinleyin;
Buradaki ifade ey erkekler değil, ey iman edenlerdir. O nedenle Cuma davetine herkes muhataptır. Şimdi namaz kelimesi farsça ibadet manasındadır ve Kuranda geçmez. Hintçe’de ki namaste de aynı kelimeden türetilmiştir.
Kuran’da namaz diye çevirdiğimiz kavram 3 şekilde karşımıza çıkmaktadır;
Salli, salat ve salavat. Şimdi bunların kastettiği manaya bakalım;
Salli; bir işe başlayıp onu devam ettirmemektir.
Salat; bir işe başlayıp bazen devam edip bazen etmemek manasındadır.
Salavat ise sürekli devam eden bir iş manasında kullanılır. Dar mana da bu ifadeler ibadeti kasteder. Geniş manada ise sosyal yardım ve dayanışmayı ifade etmektedir. Bizden beklenen salavattır. Yevmilcuma ifadesini nasıl anlamak lazım? Cuma günü namazı kısıtlı bir bakış açısı olacaktır. Yevmilcumayı toplanma çağrısı olarak anlarsak insanların takvim ile belirlediği Cuma günündeki toplu namazdan daha derin bir anlama kavuşacaktır.
İslam bize 1440 sene evvelinden geldiği gibi 5000 sene sonrasına da hitap etmektedir. Marsta yaşam başladığında orada Cuma günü dünyadaki hangi güne denk gelecektir? Veya uzak gezegenlerde takvim nasıl olacaktır? O halde bu ifadeyi önemli bir çağrıda kadın erkek toplanmak ve yardıma koşmak şeklinde anlamak gerekir. Bugünkü Cuma namazı da onun birer provası olarak anlamalıyız. Ne için toplanabiliriz? Örneğin deprem yangın gibi bir afet durumunda birilerine yardım edilmesi gerekirse, kan bağışı, para yardımı gibi toplumsal bir çağrı yapıldığında dünyevi zevkler için yaptığınız alışverişi bırakmak sizin için daha hayırlıdır denmektedir.
Bugünkü şartlarda evlerde karantina altında oturup başkasına zarar verebilecek virüsü taşımamakta yevmülcuma çağrısı olarak düşünülmelidir. Yani amaç Allah için kendine ve başkasına yardım etmektir. O halde bu şartlarda camiye gitmemek Cuma’dır. Çünkü toplumsal çağrı o yöndedir. İnsanların zararına olacak bir şeyi Allah emretmez.
İkinci bakış açısına geçelim;
Evet bu korona virüsünün kapitalizmi sarstığı bir gerçek. Dikkat ettiniz mi sosyal medyada hep Küba ön plana çıkarılıyor. Kansere çare olan ilacı bulduklarını ve bunu 3-5$ gibi komik rakamlara verdikleri haberleri hep yapılıyordu. Şimdi de koronaya karşı ilaç geliştirdikleri, başka ülkelere doktor gönderdikleri haberleri elden ele dolaşıyor. İnsan düşünmeden edemiyor, ılımlı, insan odaklı bir kapitalizme mi geçilecek diye. Zaten evden çıkmamak ticari hayatı olumsuz etkileyecek. Bir de bu aylar sürerse şirketlerin pek çoğu iflas edecek, insanlar işsiz kalacaklar. O zaman da yeni bir dünya düzenine mi geçilecek? Devrimi işçiler yapacak diye beklerken virüslerin kapitalizmi devirmesi herhalde Marx’ın bile hayal edemeyeceği bir şey olurdu. Teknoloji destekli bu yeni komünizmin nasıl bir şey olacak? Küba gibi barışsever mi yoksa Kuzey Kore gibi savaş sever mi? Bunu kimse kestiremiyor.
Üçüncü bakış açısı şöyleydi;
Evet korona virüsü dinin, hocaların değil, bilimin önemini gösterdi diyenlerin bakış açısıydı. İmam hatipler yerine teknik okulların açılması gerektiğini söyleyenler haksız mı? Ayrıca bulunacak aşı belki Çin’den, belki Amerika’dan, belki Rusya’dan, belki bir Avrupa ülkesinden çıkacak diye bekleniyor. Ama kimse İslam ülkelerinin aşıyı bulmasını beklemiyor. Bu gerçekten acı bir şey değil mi? Trilyonlarca doları olupta bir tane dünya çapında laboratuarı olamamak büyük bir ayıp değil mi? Önce düşman deyip sonra da batının aşısını almak bir çelişki değil mi İslam dünyası için? Din adamları da artık bilimin bir Allah’ın emri olduğunu, tüm olan olayların birer Allah’ın ayeti olduğunu dinin Cami ve Kabe dışında da yani hayatın içinde de olduğunu artık idrak etmeleri gerekmiyor mu? Din ölümü değil, hayatı kutsamalı değil mi? Allah için öldürmek değil de, Allah için yaşatmak neden Müslümanların misyonu değil?
Dördüncü bakış açısına gelirsek;
Korona virüsü kendimizi keşfetmemiz için bir fırsat olarak kullanmalıyız görüşü hakim. Hem çevreyi kirlettik, hem hızlı yaşadık ve hep tükettik. Hiç kendimizi ve hayatı tanımaya veya anlamaya zaman ayırmadık. Bu belki de bunun için ilahi bir mesaj. Bir süre fabrikalar çalışmayınca insanlar dışarı çıkmayınca doğa kendi kendini yenilemeye biraz fırsat bulacaktır. Bu arada bu evde durma anında bizde biraz kitap okumaya biraz hayatı okumaya biraz kendimizi okumaya zaman ayırabiliriz değil mi? Neyi seviyoruz? Nelerden nefret ediyoruz? Neye karşı öfkeliyiz? Barışamadığımız neler var hayatımızda tüm bunları sorgulayabiliriz. Dışsal engellerle savaşmaktan kendi içimize hiç dönemedik belki. Hayatın getirdiği sorumluluklar hep önceliğimiz oldu. Şimdi kendimiz önceliğimiz olabilir. O ertelediğimiz yürüyüşlerimizi bireysel olarak yapabiliriz. Ertelediğimiz kitapları okuyabiliriz. Kişisel gelişim videolarını izleyip notlar alabilir kendi hayatımıza uygulayabiliriz. Belki bir meditasyon deneyimi yaşayabiliriz. Bunu internetten öğrenmek çok kolay. Ya da belki unuttuğumuz İngilizcemizi internetten hatırlayabiliriz. Ya da enstrüman öğrenme videolarına bakabiliriz. Ayrıca aile içi iletişimi geliştirmek için de değerlendirerek bu süreçten kazançlı çıkabiliriz.
Beşinci bakış açısına gelirsek;
Teknoloji dönemine geçiş için bizi hazırlıyor gibi. Mesela uzaktan çalışılabilen meslekler daha revaçta olacaklar. Eğitim yine uzaktan olmasının provaları yapılıyor. Kâğıt para da olmayacak. Bir sonraki adım da herkese çip takılması böylece kişinin hastalıkları, eğitimi, maaşı, özgeçmişi hepsi burada kayıtlı olması hedefleniyor. Elbette bu durum ulus devletleri de sarsacak sağlık, eğitim, ekonominin kökten etkileneceğidir. Zaten şu anda da klasik bir politik çekişmenin olmadığını görüyoruz. Gündemi şu anda politikacılar belirleyemiyor. Hiçbir politikacı da şu anda ne diyeceğini bilmiyor. Eski söylemlerin de pek bir anlamı kalmadı. Hatırlarsanız eskiden camiler ahır yapıldı söylemi vardı. Hâlbuki o dönem 2.Dünya savaşı koşulları idi ve silah saklamak için bazı camiler mecburen depo olarak kullanılmıştı. Bugün ise Cumaya gitmek yasaklandı. Demek ki koşullar yöneticileri bazı şeylere mecbur edebiliyor. İşte bundan sonraki süreçte de teknolojiyi üreten üst akıl sahipleri bizleri ve de bizim gibi ülkelerin yöneticilerini yönlendirecekler.
Artık Türkiye’de Avrupa’ya kaçarım gibi bir şey de yok. Belki bu virüs bittiğinde başka bir virüsü devreye sokacaklar ve her yer sağlık güvenliği açısından yine derecede olacak. Ayrıca bir felaket senaryosu da herkesçe malum; dünya nüfusunu 500 milyonda tutma projesi. Peki, kimin ölüp kimin kalacağını nasıl belirleyecekler? Muhtemelen onu da cep telefonundaki programlardan tüm dünya insanlarının bir envanterini çıkarıyorlar. Bu bilgilerden faydalanarak yapacaklardır diye tahmin ediliyor.
Elbette geleceğin ne getireceğini bilemeyiz. Türk yurdunun da bölünmesi planlanmıştı ama bir Atatürk çıkıp bu planlarını uygulatmamıştı. Bundan sonra da herkesin bir planı olabilir ama nihai olarak olay nereye varır bilemeyiz. Belki bir gök taşı gelir hiçbir plan kalmaz. Belki zenginler Marsa taşınır ve Dünya nüfusuyla uğraşmayı bırakırlar. Belki de uzaydan birileri gelir farklı bir senaryo ile karşılaşırız. Ancak şurası kesin ki korona virüs salgını bittiğinde dünya eski dünya olmayacak, hepimizin bakış açısı değişmiş olacak. Bekleyip göreceğiz.
Gürdal Öztürk
Dünyalite