Kolektif Bilinç: Bir Yaşam Güdüsü

Zaman mevhumuyla birlikte insanlık olarak kendimizi ya geçmişin sonunda ya da makûs bir talihin tam başında, bir varoluş sancısında bulmaktayız.

Zamanın neresinde olduğunu bilmeyen bizler için bir serüvende olduğumuz olasılığı gerçekle aynı kefede olabilir.

Bu serüvenin felsefi bir atmosfer yaratması Helenistik çağlardan bugüne kadar hep aynı istikamette oldu. Hatta en popüler sorulardan biri yüzyıllardır hiç değişmedi; gerçeklik nedir? Varoluşumuzun gerçeklikle bağı nedir ? Yahut gerçek miyiz ?  Bu sorular ‘bildiğimiz’ tarihin hemen her sahnesinde farklı şekillerde soruldu, emin olduğumuz yegâne cevap ise algıladığımız beşeri dünyadan çok, algılayan zihnimizdir. Yani oyunu yöneten mi ya da yaşam oyununun aleni bir hiçlikle son bulan oyuncusu mu ?  Yalnızca kendine ait bilincin varlığından haberdar olmak ve ona hizmet etmek bir  meczubun aynaya bakıp kendi ile sohbete varabileceği düzlemi oluşturabilecekken, toplumları ihtirasa, sevgiye, savaşlara, hatta bireysel yaşam savaşlarına iten bir kamçı olabilmiştir.

Algılayan zihin üzerine en çok düşünen isimlerden biri Nietzsche’ydi. Nietzsche, Zerdüşt karakteri ile öncelikle ben ve benlik kavramlarını birbirinden ayırır ve varlığın kendine doğru bilmediği bir yolculuğundan bahseder.

Bu bağlamda kendini iktidar sanan ben’e  günlük hırsların, sevinçlerin, acının ve korkuların tamamı benlik tarafından yöneltilir. Ben, bir ego yangınıdır. Ben, genellikle son bulur. Oluşturulan  bu tasavvura göre benliği, kolektif bilince hizmet eden senkronize bir kuş sürüsüne benzetmek abese iştikal etmez. Bu kuşlar çoğunlukla nereye ve nasıl uçacağını bilir. Nitekim bu sürülerin bir çok alegorik eserde yer bulması zannımca tesadüf değil, belki de bir oluştur. Oluş ya olmayı başaracak olan güçtür ya da çoktan bitmiş bir hadisedir.

İran’lı Sûfî yazar Feridüddin Bin Attar’ın yazmış olduğu Mantıku’t tayr adlı eserde  bir  yolculuğun sonunda  kendileri ile karşılaşan kuşların, istikamet boyunca bir iç oluşu gerçekleştirmeleri, gerçeği arama dürtüleri, açlıklarıyla mücadele etmeleri ve bu uğurda bir çoğunu kaybetmeleri  ile kolektif bilincin alegorik konularına telmih edebiliriz.

Kolektif bilinç toplumun böbrek taşı sancısı değildir. Kolektif bilinç bir yaşam güdüsüdür.

Bu konuya kendi varlığımız penceresinden baktığımızda ise bir bilinç krizi görmekteyiz.

Bu öyle bir kriz ki artık içi boş hiçbir olguyu kabul etmiyor, bu kriz beden ile tin arasında gerçekleşiyor. Bu kriz var olacak ya da olmuş bir krizi temsil ediyor.

Bilinmeyen bir düzlem boyunca bir takım anılar edinmiş, gözlemiş, tatmış ve yine kolektif olarak aynı izlenimleri edinmiş aynı kareografiye sahip bir boyutun benleri olduğumuz ihtimal.

Tüm bu benlerin tek bir benliğin hiçliğini oluşturması  ya da fenâya kavuşması da ihtimal.

Bu  belki de şimdiye kadar görmezden geldiğimiz ağaçların ve kuşların hikayesidir, bu yine tüm bu hikayenin ana kahramanı oluşumuzu ilk kez fark edişimizdir.  Bu bir bilinç krizidir.

Bu bir kaos ve aynı zamanda kaosun övgüsüdür.

Bu yumurtadan çıkmamış bir sanrının övgüsüdür.

Sema Korkmaz

Dünyalite

Paylaştıkça çoğalır.

Kolektif Bilinç: Bir Yaşam Güdüsü” için bir yorum

  • 22 Temmuz 2019 tarihinde, saat 00:12
    Permalink

    Merhaba Dünyalite,
    Sizin rakamlarla ilgili ritüeller konulu paylaşımınız vardı. O konuyu bulmam için bir yol gösterir misiniz? Şimdiden teşekkür ederim.

    Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

DUNYALITE