Kendini Bilmenin Bir Sınırı Olabilir mi?
Bilmek, kavramak gibi eylemleri insan beyni nasıl gerçekleştirir? Referans alarak…Yani biz bir şeyin orada olduğunu bilebilmemiz için her zaman başka bir şeyi referans alırız.

Bazı varsayımlar vardır. En temel olarak matematik bir varsayım üzerine kuruludur. 0 ve 1 sayıları ile bildiğimiz tüm matematiği oluştururuz. Bu referans kavramı evrenin her yerinde geçerlidir.
Mesela bilgisayarın burada olduğunu anlamam için, bilgisayarın masanın üstünde olduğunu anlamam lazım, masanın da döşemenin üzerinde olduğunu, döşemenin de apartmanın bir parçası olduğunu, apartmanında yer çekimi tarafından dünyaya çekilmiş ve temellere dayandırılmış beton bir yapı olduğunu anlayabilmem lazım.
Bir küp örneğinden devam edelim. Küpe direk bakıldığında kare şekli görülür. Biraz eğdiğiniz de 3 boyutlu görülür. Sadece kare şeklini görmüş olup arkasını görmeseydiniz referans alamadığınız için siz onu kare olarak zannederdiniz.
Biz evrendeki her şeyi bu şekilde kavrarız. Belirli şeylere olan uzaklıklarını, açılarını anlayarak yorumlarız.
Bu nedenle hücre hapsi geçiren mahkumlar zaman ve mekan referanslarını yitirdikleri için hangi zamanda ve anda olduklarının farkına varamazlar. Gece ve gündüzü referans alamadıkları için zamanı algılayamazlar.
Peki soyut kavramları neyden referans alarak anlıyoruz? Bunlara zaten soyut denmesinin sebebi budur. Herhangi bir referansları olmayan ön kabulleri olan ve seçim aksiyonu denilen şeylerdir.
Seçim aksiyonu, varlığına dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen bir kanıt için denklemde gerekli olan ögelerdir. Işık hızı, maddenin çıkabileceği en yüksek hız ön kabulüdür. (E=M*C2)
Peki bir insan kendi benliğini nasıl kavrar? Neyi referans alır?
İnsan kendi benliğini kavrayabilmek için sanal bir benlik oluşturup onu referans alır. Bu benliğe Ego deriz. Ego sanal bir ögedir. Kendi egosunu refere ederek kendisinin iki ayaklı etten kemikten bir varlık olduğunu anlar. Gerçekten insan sadece iki ayaklı etten kemikten bir varlık mıdır? Tartışılan noktada budur. İnsanı referans aldığınız nokta onun vücudu, onun sosyal durumu ise evet öyledir.
Bir şeylerin gerçek bilgi olup olmamasını kavradığımız referans aldığımız şeylere bakarak anlarız. Bu durumda benim gözlemim gerçek bilgiyi değiştirebilir. Bulunduğum gözlem şablonunda insan öyle bir öge olarak denklemlere yazılacaktır.
Daha ilginci bir şeyleri kavramak için referans noktasına gerek var dedik. Anne ve babalarımız bizlerin referans noktalarıdır. Gözlemleyen bizlerde birer referans noktasıyız. Ben varım. Çünkü anne ve babam var. Bu durumda biz bir şeyi kavrarken toplam gerçeklikte bir öge olarak kavradığımız şeyi gözlemimizle değiştiriyor olabilir miyiz? Kesinlikle öyle..Yani yine ben sadece yorumumla gerçekliği değiştirebiliyorum. Bu yazıyı okurken gerçekliği değiştiriyorsunuz.
Bu durumda bilmenin, kavramanın bir sınırı olabilir mi?
Bilmenin sınırı referans alınan noktalar bittiğinde bitmesi gerekir. Peki referans noktanız kendinizseniz.
Kavradığınız her şey bilindikten sonra geriye ne kalır?
Kendinizin ne olduğunu bilmek.. Daha ileriye gidip kendiniz neyden olduğunu bilmek..
Not 1: İlim, ilim bilmektir. İlim, kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsin ya nice okumaktır. “Allah zamandan ve mekandan münezzehtir”..! “Kendini bilen rabbini bilir”
Not 2: Demek ki insan bu yüzden hayatı boyunca sürekli ikilem arasında kalıyor. Yani sürekli değişen gerçeklik karşısında kavrama çabasına girerken bir süre kendisini unutuyor, sonra kendisinde gerçekleşen değişime odaklanınca yetinmediğini düşünüp moral olarak düşüşe geçiyor. En azından iniş ve çıkışların küçük bir sebebi bu olabilir.
Dünyalite